Türkler’de At Kültürü ve Kımız

At ve Kımız

Doğa bilimlerinde olayları ve nesneleri görme veya onlara bakma eylemi, bazen araçların ve özel bilgilerin varlığını zorunlu kılar. İnsan-kültür bilimlerinde ise insanlar her baktıklarım bilmiş, dahası anlamış sanırlar. Oysa durum hiç de sanıldığı gibi değildir. Öyle olsa bile, her görülenin bütünüyle anlaşılması mümkün değildir. Sosyo-kültürel bir şeyi anlamak, araç kullanmaktan öte, derin bir sezgi gücünü, empati ile uygun metot ve tekniklerin kullanılmasını zorunlu kılar. Mesela bir kültür unsurunu sadece tarih, antropoloji, halk bilimi, sosyoloji vb. bilim dallarından, sadece birini esas alarak, yeterince anlaşılır şekilde ifade edemeyiz. Çünkü kültür unsurları tarihi süreç ile sosyal-fiziki ortam içinde oluşurlar ve değişirler. Bu nedenle sosyo-kültürel olaylar görüldüklerinin aksine, en zor anlaşılan problemlerin başında gelir ya da gelmesi gerekir.

Aşağıda ifade edeceğimiz üzere, atın ehlileştirilmesi, kımızın yapılması, basit bir sosyal faaliyet olmayıp, bir sosyal grubun veya bir milletin sosyal tarihinin altın sayfalarını dile getirir. Homeros İlyada Destanı’nda İskitlerden bahsederken, onların dişi attan süt sağdıklarını ve onu bir besin unsuru olarak kullandıklarını ifade etmiş olsa da, “kımız”dan anlaşılır şekilde ilk defa Herodotos bahsetmiştir.

Bir kültür unsurunu izah etmeden önce, onun kimler tarafından kullanıldığını belirtmek, kültür tarihi açısından daha önceliklidir. Bu nedenle, ilk önce İskitler’in kimler olduklarına

bakmamız gerekir. Bir belgeyi tek başına, yani sosyal yapı dışında ele alıp incelerseniz en bilineni dahi bilinmez bir hale getirirsiniz. Belki de bu duruma en iyi örnek İskitler hakkında yapılan bazı çalışmalardır.

İskitler

Bilindiği üzere İskitler tarih sahnesinde Tuna boylarından Çin Seddi’ne kadar olan bir alanda, milattan önceki değişik zamanlarda yaşamışlardır. Onların tarih sahnesine çıktıkları ilk yerleşim yeri olarak, Herodotos’tan günümüze kadar ki tarihçiler ve arkeologların çoğunluğu tarafından Batı Sibirya-Altay bölgesi, Kuzey ve Orta Kazakistan, Aral gölü çevresi ile Aral ve Hazar arasındaki bozkır gösterilmektedir. Togan ise daha açık bir tabirle”…Saha devletinin asıl merkezi Türkistan” der. Okladnikov da Karasuk kültür döneminde Orta Kazakistan’daki Jezkazgan bölgesinde İskitler’in yaşadığından bahseder. Bazı Batılı tarihçiler tarafından yok sayılsa da, bu coğrafi yerler, Türkler’in tarih sahnesine ilk çıktıkları ve Türk adıyla (Gök Türkler) devletlerini kurdukları Türkistan, daha genel tabirle, “Turaneli”dir.

M.Ö. VI. Asırda Ahamanişler İran’ın doğusunda yaşayanlara “Saka” diyorlardı. Ayrıca bu halktan olup da Tanrı Dağlan bölgesinde yaşayanlara “SakaHoma Varka”, Maveraünnehir’dekilere “Saka Yayi Taradarya”, Bakteriyan bölgesindekilere “Saka İğrahoda”, Hazar denizinin batı ve güney batısında yaşayanlara da “Sakayart” diyorlardı.

Türk tarihi hakkında birinci elden önemli eserler yazan Togan da “M.Ö. 7–4. asırlarda Orta Asya’da hakim göçebe milletler sıfatıyla Sakalarla Masaget’leri görüyoruz” der. Ayrıca Togan, Bizans kaynaklarında Masagetler, Türk olarak geçer der. Diğer yandan Rus ve Avrupa kaynaklarında “Saka Türkleri” XVII. Yüzyıldan itibaren “Yakutlar” olarak tanıtılmalarına rağmen, onlar kendilerini verilen isimle değil de “Saka-Saha” olarak ifade etmişlerdir.

Herodotos ise Sakaları İskitler’in bir kolu olarak ifade etmektedir. “Thssagetler”i de İskitler’in bir kolu, “Massagetler”i ise İskitlere komşu bir halk olarak ifade ederken onların “Tomyris” (Tomris) adlı bir kraliçesinden bahseder. Bilindiği üzere Tomris bayanlara verilen bir Türk adıdır. Herodotos’un bahsettiği İskitler Batı Sibirya’dan ve Türkistan’dan gelerek Kimmerler’i güney Rusya’dan kovarak onların peşinden Anadolu’ya gelmişlerdir. Bu düşüncelere kendisi de katılan Fransız tarihçi Grousset, ne hikmetse kitabının aynı sayfasında şunları yazar: “Bunlar İran anavatanı, şimdiki Rus Türkistan’ı bozkırlarında göçebe olarak kalmış, Kuzey İranlılar olup, daha güneyde İran düzlüğünde yerleşmiş yerleşik soydaşları Medler ve Persler’in kuvvetlice hissettikleri Asur ve Babil maddi medeniyetinin tesirinden kurtulabilmişlerdir”.

Yaznının devamını okumak için buraya tıklayınız.

KAYNAK: Mustafa AKSOY


About this entry