“Çift Başlı Kartal”, Göğün Direğinde Tünüyor

Köy Direkleri Üzerinde Kartal Heykelleri:

Göktürk bayrak direklerinin üzerinde altından yapılmış bir kurt heykelinin bulunduğunu, biliyoruz. Atillanın bayrağının üzerinde de, doğan cinsinden yırtıcı bir kuşun resmi veya heykeli vardı.

Ortaasya’nın kuzey-batı kısımlarında, İrtis ve Konda nehri boylarında oturan Fin-Ugor kavimlerinden bazılarının oturduğu köylerin meydanlarında, bir direk bulunur ve bu direğe de “Dünya Direği” denirdi. Bu konuyu az sonra göreceğiz. Kuvvetli bir Türk tesiri altında kalmış olan bu köylerdeki böyle direkleri pek çok seyyah görmüştü. Fakat bunlar içinde en orijinal direk, Konde nehri kıyılarındaki bir köyde görülmüştür. Bu direğin, diğerlerinden farkı, üzerinde bir de kuş heykelinin oturtulmuş olması idi. Gerçi, diğer köylerin ortasındaki direklere de saygı gösteriliyor ve hatta kurbanlar bile kesiliyordu. Fakat böylesini hiç kimse görmemişti.

Gök direği üzerinde oturan “Çift başlı kartal” heykeli:

Bu kuşların direkler üzerine niçin konduklarını, yine Yakut Türklerinden öğreniyoruz:

“Yakut Türkleri, sırıklar üzerine ağaçtan yapılmış çift başlı kartallar koymuşlardı. Tepesi çift başlı kartal heykelcikleri konan bu sırıkların üzerine, merdiven gibi enlemesine ağaçlar da çakmışlardı. Bu ağaçların sayıları, 7 ile 9 arasında değişiyordu. Bazıları da beş sırık üzerine bir tahta çakıyorlar ve çift başlı kartalı bu tahta üzerine oturtuyorlardı. Tahta, göğün ilk katı ve ortadaki sırık da, göğün direği oluyordu…”

Gök sırığına enlemesine çakılan 7 veya 9 ağaç, Türk düşüncesi ile ilgilenen kimseler için, çok şey ifade eden sembollerdir. Bilindiği üzere gök, Batı Türklerine göre yedi ve Doğu Türklerine göre ise, dokuz kattan meydana gelmişti. Bu duruma göre sırık, sembolik olarak göğün direği oluyor ve göğün direğinin üzerine de, bir çift başlı kartal oturtuluyordu.

Bu düşünce düzeni, Çin denizinden ta İzlanda’ya kadar uzanan, bütün Altay kültüründe yer bulmuştu. Bu sebeple, geniş bölgelere yayılmış olan bu fikir, yer yer değişikliklere de uğramıştı. Bazıları, bu kutsal çift başlı kartalı, göğün üçüncü katına oturtmuşlar ve bazıları da onu, göğün dokuzuncu katına kadar çıkarmışlardı. “Göğün yedinci veya dokuzuncu katı, Büyük Tanrı’nın bir oturağı idi”. Bazı Altay kavimlerince, çift başlı kartalı, Tanrı ile beraber oturtmak hoş gelmemişti. Bu sebeple onlar kartalı, birkaç kat daha indirmişlerdi. Tabiî olarak bu düşüncelerin hangisinin doğru olduğunu şimdiden kestirmek, oldukça güç bir iştir.

Türkler “Gök direği”ni, bir “Dayak” gibi düşünmüşlerdi:

Teslim Sultan Abdal, yerin göğün olduğu kadar, Cehennemin de direğinden söz açıyor:

 “Süren erenler süreği, “Münkir, Cehennem direği, “Süre gelmiş, süre gider! “Dura gelmiş, dura gider!

Buradaki “Süren” ve “Sürek” deyimleri, Türk düşünce tarihinde çok önemli bir yer tutarlar. Bu deyim, “Zaman ve Felek’in dönüş süresi” ile ilgilidir. Bin sene önceki tükçede buna “Ödhlek” derlerdi. “Direk” ise nihayet türkçedeki “Dayak” deyiminin bir karşılığıdır. Bu sebeple biz Türkler, göğün direği yerine çoğu zaman “Göğün dayağı” deriz. Nitekim Azmî Baba da, aynı deyimi kullanıyor:

“Yerleri temelsiz, göğü dayaksız, “Durdurursun aceb, isk’ncı mısın?”

Türkler, eski ve orta İran edebiyatının tesiri altında kalmışlardı. İran edebiyatını iyice araştırırsak bunlara benzer bazı örnekler de bulabiliriz. Ne yapalım ki, bizim deyimler de belki de iki bin senelik türkçe deyimlerdir. Bunu da, insanlığın müşterek düşünceleri olarak kabul edip, geçelim.

Eski Türkler bu direği daha maddî düşünmüşlerdi. “Bunun için de Yakut Türkleri, kurbanların yere dikilen bir sütuna verirler ve buna da ‘Ağır bağah’, yani ‘Kurbanlık kutsal sütun” derlerdi. Her kutsal ormanın, direği sayılan büyük bir ağaç da vardı ki, buna da ‘Ağır mas’ derlerdi. Yakutlar, çadır direği ile avlu sütunlarına da, ‘Bağah’ adı verirlerdi.

KAYNAK: Bahaeddin ÖGEL


About this entry